Arenada, bütün sövalyelerin asik oldugu ve evlenmek istedigi harikulade
güzel prenses kral babasiyla birlikte oturuyor, çevreleri genç
ve yakisikli
sövalyelerle dolu, hepsi bir küçük tebessüm için
bekliyorlar. Borazanlar
çaliniyor ve aslanlar çikiyorlar arenaya, kocaman yeleleri, gergin
belleri,
iri pençeleriyle kükreyerek dolasiyorlar. Prenses zarif ellerini saklayan
uzun eldivenlerden birini çikartip aslanlarin arasina atiyor.
Kim eldivenimi alip bana getirirse onunla evlenecegim.
Müthis bir sessizlik oluyor, bir anda herkes susuyor. Bir sövalye
digerlerinden ayriliyor, tas merdivenlerden agir agir inmeye
basliyor, parlak çizmelerinin çikardigi adim sesleri tek tek duyuluyor.
Arenaya giriyor, aslanlar hareketsiz ve saskin, bu cesur sövalyeye
bakiyorlar, o hiçbirine aldirmadan eldiveni aliyor, gene adim sesleriyle
merdivenleri çinlatarak çikiyor. Eldiveni prensesin kucagina biraktiktan
sonra, kendisine hayranlikla donen prensese bir kez bile bakmadan yürüyüp
gidiyor.
Nietzsche "Tanriyi ve insanlari deneme" diyor. Schiller "Eldiven
" siirini
yaziyor.
Biz herkesi her zaman deniyoruz, emin olmak, güvenmek istiyoruz, sevgisini
ve bagliligini her an kanitlasin, hayatini ve her seyini tehlikeye atsin ve
bunu binlerce kez yapsin istiyoruz. Kendimizle ve korkularimizla öylesine
doluyuz ki, hiçbir duyguyu, hiçbir insani, hiçbir nesneyi
oldugu gibi bütün
gerçekligiyle göremiyoruz, her sey kendimizle ve korkularimizla
olusturdugumuz prizmalardan kirilarak ulasiyor bize, her seyi oldugundan
baska bir biçimde ve oldugundan baska bir yerde görüyoruz, belki
de bu
yüzden aradigimiz seyleri aramamiz gereken yerlerden baska yerlerde
ariyoruz.
Mutlulukla aramiza, korkularimizi ve kendimizi sokuyoruz.......